MEB liselerde yeni bir düzenlemeye gidiyor. Bugün var olan sistemde lise öğrencileri en çok üç dersten başarısız olduklarında "ortalama yükseltme" sınavına girebilme hakkını elde edebiliyordu. Yeni düzenlemeyle beraber öğrenci kaç dersten başarısız olursa olsun, o derslerden sınava girme hakkını elde edecek; hatta ve hatta bu sınavlarda başarılı olamasa dahi bir üst sınıfa devam edebilme hakkına sahip olacak. Bir de sınırlama getirilmiş güya. Yani öğrencinin başarısız olabileceği ders sayısı 6 ile sınırlandırılmış.
Bilgi çağında, iletişim kolaylığının üst düzeyde olduğu bir dönemde, MEB’ in toplumla ve yayın organları ile arasında kurduğu iletişim hattından öğreniyoruz bunları. Belki, MEB de ne yapacağını bilmiyor. Bir şekilde basın yoluyla doğru yada yanlış topluma aksettirilmesi sağlanarak bir nevi nabız yoklaması yapılıyor böylece. Tabii MEB’ in yapmayı düşündüğü bu türden düzenlemeleri eğitim fakülteleriyle paylaşmak, onların fikir ve görüşlerini almak gibi bir alışkanlığı yok. Ortaya bazı fikirler atılacak, gelen tepkilere göre yön verilecek. Ne mantıklı bir uygulama yöntemi değil mi? Ve ne yazık ki bu yöntemi MEB gibi bir kurum uyguluyor. Yazık bizlere.
Düşünülen düzenlemede, öğrenci başarısız olduğu dersleri 4 yıl içinde düzeltemezse, öğrenciye 1-2 yıl daha ek süre verilecek belki de öğrencinin sınırsız sınav hakkı olacak. Aslına bakarsanız ilk bakıldığında olumlu bir karar gibi görünüyor: Liseye giden öğrenci yıl kaybına uğramadan tüm sınıfları okumuş olacak; sınırsız sınav hakkı verilirse, eninde sonunda (tabii isterse) lise diplomasına kavuşacağı düşüncesi geliyor insanın aklına.
Oysa durum aslında hiç de öyle değildir. Başarısızlığa prim verilerek ve toplumun gözünü boyanarak sağlıklı çözümlere ulaşmak asla mümkün değildir. Bu düzenlemenin pek çok sakıncası bulunmaktadır. Konu gündeme geldiğinde mikrofon uzatılan lise öğürencileri, "Bu uygulama öğrenciyi tembelliğe iter; bu uygulama başarısızlığa yol açar; ilk sınıflarda başarısız olan öğrencinin üst sınıflarda başarılı olması çok zor; bu uygulama okullardaki disiplin sorunlarının artmasına neden olur" şeklinde yanıtlar verdiler. Bunlar öğrencilerin gördükleri sakıncalar. Tabii başka sakıncalar da söz konusudur aslında. Öğretmenin iş yükü artar, yaz tatili zehir olur, üstelik hak ettiği ek ders ücretini de alamaz. Katlanacak iş yükünden bezginliğe düşen öğretmen, öğrencinin başarısız sayılmaması için yada başarısız olan öğrenciden kurtulmak adına hiç de istemeyeceği yolları deneme yoluna gidebilir.
Eğitim bakanı bir "eğitimci" değil, bu olumsuzlukları nereden bilecek diyerek bakanı savunanlar çıkabilir. Ancak, bu bakanın hiç mi danışmanı yok? Bu tür düzenlemeleri akıl eden,düşünen (!) bakan değilse bile, bakanlık bürokratları değil midir? Peki bu bürokratlar öğrencilerin dahi hemen sıraladıkları bu sakıncaları bilmiyorlar mı yada düşünemiyorlar mı? Yetkililerin öğrenci kadar düşünemeyeceğini kabul edemeyeceğimize göre, bunların amaçlarının başka olduğu gibi bir şey çıkıyor ortaya.
AKP' nin MEB' i, ilköğretimin son sınıfında okuyan öğrencilere, ilk dönem başarılı olduklarında ikinci dönem okula devam etmeme izni vermişti. İkinci yarıyıl iznini daha çok kim kullanır, köylü-dar gelirli çocuğu mu, kentli-varlıklı aile çocuğu mu? İlköğretimde yaptıkları bir başka düzenlemeyle SBS' yi getirip bu sınavlarda İngilizce soru sorulmasını da benimsemişti. İngilizce’de başarısız olma olasılığı yüksek olan çocuklar, İngilizce öğretmeni yetersiz olan okullarda okuyan çocuklarla özel ders alamayan yada özel dershaneye gidemeyen çocuklar değil midir? Zorunlu eğitimi 9/10 yıla çıkarmak yerine liseler 4 yıla çıkarılmıştı. Süre zorunlu olarak uzatılmadığında, kimlerin okula gitmeyeceği/gidemeyeceği belli değil midir? Bu uygulamaların temel anlamı ne idi ise, sınıfta kalmanın kaldırılmasının da temel anlamı odur. Yani yoksulların, dar gelirlilerin ve öğrenim düzeyi sınırlı olup çocuğu ile ilgilenemeyen kesimlerin çocuklarını sistem dışına itmek.
Varlıklı yada eğitimli aile çocuğunun "Nasılsa kalma yok" diyerek tembelleşme olasılığı ya da şansı var mı? Bu nitelikteki aileler ne yapar eder, sık sık okula gider ve çocuğunu takipçisi olur, özel hocalar tutar, özel dershaneye gönderir, çocuğunun çalışkan öğrencilerle arkadaşlık kurmasını sağlar, tembelleşmeyi engeller. Köylü, işsiz, asgari ücretle çalışan, yoksul, dar gelirli yada örgün eğitimden yeterince yararlanamamış aile çocuklarına, aile sahip çıkabilir mi, okullarda bu tür çocuklara sahip çıkacak olanaklar ve süreçler var mıdır? Kaç lisede rehber öğretmen var ve kaç öğrenciye bir rehber düşüyor?
Liseye kadar gelmiş öğrencinin öğrenme güçlüğü içinde olacağı düşünülemez bile. Lisede başarısızlığın nedenini çocuğun yeteneğine bağlamak da anlamsız. Lisede başarısızlığın nedeni, ilköğretimden zayıf gelmek olduğuna göre, suç çocukta mı, MEB' de mi? Lisede karşılaşılan başarısızlığın nedenlerini bulup öğrenciye yardımcı olmak ve onu başarıya yönlendirmek MEB' in ve okulun görevleri içine değil midir? Öyledir ama bu görevler unutulmuş, başka şeylerle uğraşılır olunmuş maalesef.
ÖSYM başkanı geçenlerde 2006 ÖSS' de 750 bin kadar lise mezunu öğrencinin [15-(8-3)=?] işlemini yapamadığı gerçeğini açıklamıştı. Sınıf geçmenin kolaylaştırılması durumunda bu işlemi doğru olarak çözeceklerin sayısının artmasını mı planlıyorlar acaba, yoksa daha da azalmasını mı?
Aslında bu düzenleme ile yapılmak istenen şey çok açıktır. MEB, öğrenciyi başarısızlığa iten nedenleri gidermek için çalışacağına, asli görevini boşlayıp sahipsiz olan öğrencinin sistem dışına itilmesini sağlamaya çalışıyor. Sistem dışına itilenlere de büyük olasılıkla cemaatler sahip çıkacak ve böylece de, bir taşla iki kuş vurulmuş olacak. Ne ince bir düşünce değil mi? Ancak görünen odur ki işin özü budur.
ARZU KÖK
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder