Üniversite bir disiplin içinde evrensel gerçekliği açık bilimler açısından ve bunları da toplarsanız hayatın bütünü açısından araştırılıp, üretilmeye çalışıldığı bir kurumdur. Bunu yapanlar ise akademisyenler ve tabii ki de öğrencilerdir. Ancak bunu yaparken de özgür bir ortama gereksinim duyarlar. Zira gerçek anlamda bilim ve fikir adamları sadece özgür üniversitelerde yetiştirilir.
Üniversiteler bilgi ürettikleri için güç elde ederler. Bu gücü kullanmak isteyen çeşitli çevreler olabilir. Bu çevreler üniversite üzerinden insanın insana ve diğer varlıklara karşı hükmetmesi olup, insanın özünde olan iktidar gücünü elde etme arzusuyla hareket ederler. Durum böyle olunca da siyasi akımlar, siyasi iktidar, üniversite dışı güç odakları sürekli olarak da üniversite gücünü yanlarına alarak güçlerine güç katmaya çalışırlar. Ancak bu durum üniversiteyi evrensel davranış tarzından uzaklaştırıp bilimsel özerklikle bağdaşmayan bir iktidar aygıtı haline getirir. Böyle durumlarda ülkemizde olduğu gibi maalesef iktidarların çizdiği sınırların dışına çıkılamaması, çıkıldığı zaman da meşruiyet kaybıyla karşı karşıya kalacak olma korkusu üniversiteleri güdük bırakmaktadır. Dolayısıyla da vicdanı, birikimi ve düşünceleri arasında ikilem arasında kalan insanlar yetiştirmektedir.
Ülkemizdeki mevcut durum üniversite mensubunu memurluk ile entelektüellik arasında bir seçim yapmaya zorlamaktadır. Memurluk devlet nezdinde meşruiyet kazandırırken, siyasi açıdan da iyi bir pozisyon tutmanın yolunu açmaktadır. Entelektüel kaygılar ise iktidar ve çevresine eklemlenmemeyi ve otoriteye kafa tutmayı sağlarken, toplumsal gelişmenin de motor gücü olmaktadır. Bu nedenledir ki üniversitelerin güdük kalmasının sorumluluğu önce zorlamalar karşısında entelektüel duruş sergileyemeyen bilim insanlarının, sonra da üniversiteleri evrensel normların dışında zorlayan güç odaklarınındır.
Çoktan seçmeli sınavlarla üniversiteye başlıyor gençlerimiz. Sosyal hayatlarında karşılaştıkları sorunlar karşısında seçebilecekleri beş şıktan mahrumdular oysa ki. Yaşamın beş şıktan ibaret olmadığını onlara öğretebilecek en iyi yer üniversitelerdi. Kendilerini daha güzel ifade edebilecekleri, insanları, yaşamı daha iyi tahlil edebilecekleri mekanlardı üniversiteler. Doğruydu hayalleri. Ama bulamadılar umduklarını. Bir de üzerine başka sıkıntılar da eklenince üniversiteler patlamaya hazır birer bomba haline geliyor. Bu başka sıkıntılar neler mi;
- Üniversiteyi kazanabilmek adına harcanan büyük emek ve sermaye harcanmasına karşın bunun karşılığını üniversitede bulamanın yarattığı hayal kırıklığı,
- Ailelerinden gelen para çoğu öğrenciye yetecek seviyede değil. Dolayısıyla büyük bir ekonomik sıkıntı içindeler. Evet devlet kredi veriyor ama aylık 160 YTL yazıktır ki yetecek seviyede değil.
- Üniversitelerde ders dışında yapabilecekleri etkinlik sayısı çok az. Enerjilerini dışarı vurmalarını sağlayacak sosyal, spor ve kültürel etkinlikler yok denecek kadar az.
- Hükümet ile YÖK arasında yaşanan gerginlikler ister istemez onlara da yansıyor. Hükümetin kendilerini cezalandırdığına inanan öğrenci sayısı ise giderek artıyor. Bu yüzden AB ve ABD’den sonra en büyük tepki neredeyse hükümete.
- Siyasilerin hemen hepsine karşı tavır var. Marjinal gruplar dışında, siyasete ilgi duyan öğrenci sayısı çok fazla değil. İktidarıyla, muhalefetiyle siyasete ve siyasetçiye karşı genel bir soğukluk dikkat çekiyor.- 70’li, 80’li yılların sessiz çoğunluğu, şimdi konuşur oldu. Üniversite ve ülke sorunlarına karşı daha duyarlılar. Marjinal grupların karşısında daha dik durabiliyorlar.- Ve en büyük tedirginlik kaynağı, işsizlik. Mezun olmaktan adeta korkuyorlar.
Durum böyle olunca da öğrenciler çok gergin. Adeta patlamaya hazır bomba gibiler. En son Antalya Üniversitesi’nde yaşanan olaylarda bunun en büyük göstergesi niteliğindedir yazık ki. Zira zaten gergin olan öğrenciyi harekete geçirmek için tek bir kıvılcım dahi yetebiliyor. Bu da provakatörlerin işine gelen bir manzara çıkarıyor karşımıza.
Antalya Üniversitesi’nde yaşanan olaylar karşısında hepimiz dehşete düştük. Zira 70’li, 80’li yıllarda yaşanan üniversite olaylarını getirdi birçoğumuzun aklına ve yeniden acaba o günlere mi dönüyoruz şüphesiyle, korkusuyla doldurdu içimizi. Ancak şu sıralar yaşanan olayların çıkış nedeni o yıllardaki gibi de değil. “Devrimci”, “ülkücü” veya “sağcı”, “solcu” ayrışmasından farklı bir ayrışma yaşanıyor. Tıpkı toplumda olduğu gibi. Türkiye’deki siyasal çatışmanın eksenini, “Türk-Kürt” ve “laik-antilaik” ayrışması oluşturuyor. Doğal olarak üniversitelerdeki gerginlikler de bu eksen üzerinde gelişiyor. Toplumda baş gösteren kamplaşma, üniversitelerde çatışma biçiminde uç veriyor. En heyecanlı, en duygusal, kullanılmaya en elverişli olan üniversite gençliği provokasyona en uygun zemin olarak görülüyor.
Üniversitelerde tansiyonun düşmesi için herkes elinden geleni yapmalıdır. En başta da iktidar, YÖK ve rektörler. Hükümet, ebeveynlerin söz dinlemeyen çocuklarının harçlığını kestiği gibi, kendi kontrolüne girmeyen üniversiteleri parasızlıkla “ıslah” etme çalışmasından vazgeçmelidir. Rektörler de öğrencilerine daha çok vakit ayırmalıdırlar.
Henüz kuruluş aşamasını dahi tamamlayamadan üniversite etiketi verilen üniversitelerin yöneticileri tüm dikkatlerini inşaatlara veriyor. Rektörler, adeta şantiyede yatıp şantiyede kalkar hale geliyor. Yüz milyonlarca dolarlık yatırımlar yapıp, devasa kampuslar kuruyorlar. Bu yoğun tempoda ihmal ettikleri sadece öğrencileri olmadı. Yapmaları gereken bilimsel çalışmalarından uzak kaldılar. Kendi ailelerinin de çok uzağında kaldılar. Çocuklarının, torunlarının büyüdüğünü bile yakından göremediler.
Düşünülmesi gereken, üniversitelerdeki genel atmosferin nasıl yumuşatılacağı, gençler arasındaki kültür ve siyaset farklarının çatışmaya dönüşmesinin nasıl önleneceğidir. Bu ise ciddi bir araştırma ve inceleme konusudur aslında.
İktidardan muhalefete, üniversite yöneticilerinden emniyet güçlerine, medyadan felaket tellallarına kadar herkese düşen görev, gençleri olayların içerisine çekmek ya da itmek değil, onları kazanmaktır. Yangına körükle gitmekten vazgeçip provokatörlerin ekmeğine yağ sürülmezse bu başarılır. Üniversitelerdeki gerginlik yaygınlaşmadan ve sokağa taşmadan, bir an önce önlenmelidir. Bunun yolu da gençlere sıcak ilgiden geçmektedir.
ARZU KÖK
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder