25 Ağustos 2008 Pazartesi

DAĞ FARE DOĞURMUŞTUR

Ergenekon davasının 2500 sayfalık iddianamesi, geçen cuma günü mahkeme tarafından kabul edildi. Böylece de, iddianamenin içeriği de kamuoyu için açıklanmış oldu. İncelediğimiz kadarıyla iddianamede onlarca olay sayılıyor ve savcılık, bu olaylar arasından kanıtlar yardımıyla ya da mantıksal bağlar kurarak, “Hükümeti devirmek için ortam oluşturmak adına harekete geçmiş silahlı bir çete” nin varlığını ispata çalışıyor. Medya ise daha önce iddianameden sızdırma spekülatif haberler sürecinde yapıldığı gibi iddianamenin özüyle ve arasındaki felsefeyle değil de, “Abdullah Öcalan’ın Ergenekon’la bağlantısı”, “Büyükanıt’a suikast planı” gibi sansasyon yaratacak başlıkları haber yapıyor sadece.
İddianeme artık açıklandığına göre mantığı, kanıtları, her daim gündemde olacak ve tartışılacaktır. Ancak şu var ki göründüğü kadarıyla, Ergenekon Operasyonu’nun başından beri, özellikle hükümete yakın basın tarafından öne sürülen, bu davanın bir “Temiz Eller davası” olacağı, “Kontrgerilla ile tarihsel bir hesaplaşma yapılacağı” iddiası boşa çıkmıştır. Zira iddianame, Ergenekon örgütünün hükümeti devirmek için yaptığı ve planladığı eylemlere dayandırılıyor ama devletin hiçbir kurumunu ve görevi başındaki hiçbir devlet yetkilisini kapsamıyor. Mesela Veli Küçük yargılanıyor ama adı Küçük’le birlikte anılan JİTEM iddianamede yer almıyor. Çünkü iddianame; asker, polis, jandarma ve MİT’i, hatta devletin tüm resmi kurumlarını bu soruşturmanın dışında tutmakta ve de “Bu çete organizasyonunun ordu ve MİT içine sızmayı başaramadığı” öne sürülerek, kontrgerilla ve “derin devlet”e ilişkin suçlamaları da geçersiz kılmayı amaçlayan bir nitelik arzetmektedir.
Yani savcılığa göre bu çete, kimi rayından çıkmış emekli subaylar, mafya artıkları ve gözünü hırs bürümüş siyasilerce oluşturulmuş; devletin ordu, MİT gibi kurumlarına sadece sızmaya çalışmıştır! Yoksa savcıya göre bu çete, devlet içinde örgütlenen güçlerin, sivil yaşamı da kapsayan partileri, dernekleri kullanan, emniyet ve jandarma içindeki örgütlenmesinden de güç alarak giriştiği, topluma yön verme, bunun için de hükümeti zorla alaşağı etme amacı da güden bir girişim asla değildir! Cidden ilginç bir bakış açısı doğrusu. Eğer bu operasyon ciddi anlamda bir temiz eller operasyonu olsaydı durum hiç de böyle olmazdı. Birkaç emekli subay, yazar, bilim adamı ile sınırlandırılamazdı. Zira akıl var mantık var bu insanlar arkalarında güvenebilecekleri destekleri olmadan ve yıllarca neye güverek, nasıl bu bahsedilen eylemleri yapabilecek ve de yıllardır yakalanamamış olacaklardı? Gerçek anlamda akıl ve mantık almıyor doğrusu.Görülen anlamıyla Ergenekon, AKP’ye karşı muhalefet eden ve kimi yasadışı araçları ve yolları kullanan bir çete sorununa indirgenmiştir. Bu şekliyle iddianame, “Devlet içinde çeteleşme” merkezli bir dava niteliği taşıyan Susurluk’un bile gerisine düşmüştür. Ki sürekli de bazıları bu davanın Susurluk'un devamı niteliğinde olduğunu söyleyip durdular. Oysa iddianamenin bugünkü hali, bu davanın daha önce devlete hizmet vermiş ama bugün ABD ve yerli egemenlerin dönemsel çıkarları için ayakbağı oluşturmaya başlamış çevrelerin tasfiyesi operasyonu olduğu konusundaki tüm teorileri ispatlar bir nitelik yaşımaktadır. Ve bu haliyle de görüldüğü kadarıyla öyle çok fazla iddiası olan bir iddianame değildir.
Oysa ortaya çıkan bombalar ve onların kullanılışı, Veli Küçük şahsında Susurluk davasından beri süre gelen iddialar, JİTEM ve onun faaliyetleri olarak gösterilen Sapanca-Adapazarı-Düzce üçgenindeki cinayetler, Mehmet Ağar’ın sözünü ettiği “bin operasyon”un açıklığa kavuşturulması soruşturulabilirdi. Yani tam anlamıyla insanların kafalarındaki soru işaretlerini açığa çıkaracak şekilde bir temiz eller operayonu olabilirdi. Ancak çok sığ kalmıştır. Yayınlanan iddianame bu yönde bir atılım içermemektedir. Yazıktır ki savcılık davayı, “AKP’ye karşı bir hükümet darbesi için ortam hazırlama”ya indirgeyip bununla sınırladığı için, “Darbeyi yapacak olanların kim olduğu” hakkında da (bunların bakkal, kasap,yazar, emekli subaylar olamayacağını bilindiği için) net bir açıklama söz konusu değildir.
İddianamede sayılıp dökülenlere bakıldığında savcılığın bir “uzlaşma” üstünden hareket ettiği, bu davanın orduya, emniyete, jandarmaya, MİT’e dokunmadan götürülmesi için çalışıldığı izlenmektedir. Böylece de dava, yaptıkları ve istekleriyle artık eski efendilerini de rahatsız eden, deyim yerindeyse kimi “çizmeyi aşan” kesimleri tasfiye etme amaçlı bir davaya konumuna getirilmiştir. Yalnız sakın yanlış anlaşılmasın bu uzlaşı tabii ki masa başına oturularak varılan bir uzlaşı değildir. Bu bir anlayış, bir devlet ve iktidar anlayışı olarak algılanmalıdır.
Sonuç gösteriyor ki “dağ fare doğurmuş” tur. İddianame hiçde yaratılan sansasyonlar kadar etkileyici, kapsamlı değildir. Aksine Susurluk davasının bile gerisinde bir görüntü sergilemektedir. Şimdi oturup davanın normal seyrinde ilerleyişine bakacağız hep birlikte. Ne diyelim hayırlısı...
Arzu Kök

Hiç yorum yok: