12 Haziran 2008 Perşembe

HABERİNİZ VAR MI?..

Haberiniz var mı?
Gözünü bağlamışlar,
İdam sehpasına götürüyorlar dünyayı
Suçu ne ki?
Savaştırılıyor dünya insanı
Kederler başlıyor,
Umutlar, sevinçler, arzular yıkılıyor,
Kahroluyor insanlar.
İsimler anlamsız,
Yarınlar yok, umutlar yok.
Olan tek şey
Yaşamak, hayatta kalabilmek.
Haberiniz var mı?
Dünyayı idam ediyor birkaç kişi
Ona bağlanan insanların,
Yaşamak isteyenlerin,
Suçu ne ki?

ARZU KÖK

AKP'YE DEĞİL MUHALEFETE KIZMAK...

Bu cennet ülke AKP ve Zihniyetine teslim edildi. Aslında AKP’ye kızmaktan çok muhalefete kızıyorum. Muhalefetin laftan anlamayan destekçileri gerçi bu yazıdan sonra mutlaka bizi de eleştirecekler ya neyse.
Özellikle CHP’nin son günlerde ortaya dökülen rezaletleri ne kadar haklı olduğumuzu göstermiyor mu? Telefonuna sahip çıkamayan bir genel sekreter. Diyor ki “Telefonumu açmadım, dinlendim” Bu söyleminde haklı bile olsa bu şekilde telefonunun dinlenebilmesi için telefonuna bir program yerleştirilmesi gereklidir. Yani her anlamda telefonuna sahip çıkamadığı kesin bir genel sekreter.
Genel sekreter ve dinlenme olayı yetmezmiş gibi şimdi de Kanaltürk rezaleti çıktı ortaya. CHP Kanaltürk’le bir anlaşma yapmış, 3,5 milyon dolar vermiş. Hem parti için çalışacak, hem de Kanaltürk devamlı CHP yanlısı yayın yapacak. Olacak iş değil. Eğer iktidarın bir medya ile böyle bir anlaşma yaptığı ortaya çıkmış olsaydı o zaman CHP neler söyleyecekti. Gerçi iktidarın bir kısım medya ile böyle bir anlaşması olduğu gözlerden kaçmıyor. Sabah-ATV’ye 750 milyon dolar verdiler, diğerleri de zaten malum. Ancak hiç değilse CHP gibi bunu yazıya dökmeyecek kadar akıllı davranmışlar.
Çok acıdır ki Atatürk’ün kurduğu bir parti olan CHP son yıllarda tam bir beceriksizlik, tam bir basiretsizlik örneği sergiliyor. Tüm dünyayı etkileyen ekonomik kriz ülkemize doğru yavaş yavaş geliyor. Enflasyon aldı başını gidiyor. Yıl sonunda % 20’lere ulaşması bekleniyor. Yolsuzluklar, rezaletler diz boyuna ulaştı. Belli ki AKP bu işi götüremedi, götüremeyecek. Bu arada büyük bir ihtimalle bir de kapatma cezası alacak. Vatandaşın memnuniyetsizliği giderek artıyor. Bu gidişle daha da artacak. Peki söyler misiniz bu durumda yeni bir seçim olsa vatandaş kime oy verecek? CHP’ye mi?
Gerçi halkın CHP’ye bir kırgınlığı yok. Kırgınlık bu şekilde yönetilen CHP’ye. İktidar büyük bir hızla oy kaybediyor, ama özellikle son olayların ardından CHP de oy kaybediyor. Peki oylar kime gidecek? MHP’ye mi? Peki türban meselesinde ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP’ye adeta destek olan MHP’ye belirli hassasiyetlere sahip olan seçmenler nasıl oy versin?
AKP yanıyor, bitiyor ve belki de kül olacak. AKP tamamen yasaklansa, tüm milletvekillerini kaybetse veya bunlar olmadan ülkeyi nasıl bir bataklığa sürüklediklerini tüm Türk Halkı anlasa bile bu seçmen kime oy verecek? Açıkçası bilemiyorum. Zira ben bile şimdi bir seçim olsa kime oy vereceğimi bilemiyorum.
Eğer CHP biran önce yönetim şeklinde bir düzenlemeye gitmezse, aynı sistemle çalışmaya devam ederse yazık ki daha önce bizleri AKP’ye mahkum ettikleri gibi bu sefer de başka bir karanlığa mahkum edecekler. Bu durumda da başta belirttiğim kızgınlığımdaki haklılığım ortaya çıkacak. Bunu bir defa yaptınız. Bir daha izin vermeyin yoksa sizin eleştirdiklerinizden ne farkınız olacak?
Unutulmamalıdır ki artık Türk Halkı kendisini AKP’ye mahkum edenlere daha çok kızar hale geldi. Herkes ayağını denk almak zorundadır.
ARZU KÖK

ALİ BABACAN İSTİFA ETMELİ...

Her zaman şikayet edilen bir şey vardır ülkemizde. Türkiye’yi yurt dışındaki toplantılarda kötüleyen Türk vatandaşlarının varlığı. Kimler mi bunlar? Tabii ki Avrupa’da kabul görmek isteyen Türkiye düşmanları, ödül kazanmak isteyen yazarlar, iltica etmeyi kafasına koyan kaçaklar, bölücüler, PKK’lılar…. Ancak acıdır ki şimdi bu listeye yeni bir isim daha ekleyebiliriz; Dışişleri Bakanı Ali Babacan.
Avrupa Parlamentosu’nda Babacan, dini özgürlüklerle ilgili bir soruya "Türkiye'de sadece gayrimüslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor. Türkiye'de son dönemde laiklik eksenli bir tartışma yaşanıyor. Bizim laiklik tanımımız çok açık: Din ve devlet işlerinin açık şekilde birbirinden ayrılması. Devletin de bireylerin dininin gereğini yerine getirmesine müdahale etmemesi. Burada farklı inançtakiler de dinsizler de bu özgürlük ortamından faydalanabilmeliler" şeklinde cevap vermiş.
Duyduğumuz anda inanmak istemediğimiz sözlerdi bunlar. Zira bu sözlerle Babacan ülkemizde azınlıklara baskı yapıldığını kabul etmekle kalmamış, Türkiye’nin bir baskı rejimiyle yönetilmekte olduğunu da söylemiş oldu. Aslında sorumlu mevkideki bir bakanın kendi iktidarlarında Türkiye’de baskı rejimi olduğunu kabul etmesi oldukça ilginç bir durum, ancak bunu yurt dışındaki bir toplantıda söyleyerek ülkesini kötülemesi kabul edilir bir durum değildir.
Doğrusu çok merak ediyorum; Bu ülkede kim namaza gidiyor diye önüne engel kondu? Hangi vatandaşımızın hacca gitmesi engellendi? Kim veya kimler oruç tuttukları için cezalandırıldı? Tabii ki hiç kimse. Sadece ne oldu? Kızlar türbanı yüzünden okullara giremedi. Bu da ülkede Müslümanların özgürlüklerini yaşayamamaları olarak algılandı iktidar tarafından. Nasıl böyle bir bakış açısına sahip olabilirler ilginç doğrusu. Hele ki bunu ülkemizi rezil edecek şekilde yurt dışında dillendirmeleri çok acı bir durumdur.
Bu iktidarı anlamak gerçekten çok güç. Ne yani onlar iktidara gelmeden önce bu ülkenin %99’u Müslüman değil miydi? Bu ülke insanı dine onların sayesinde mi kavuştu? Peki koskoca İslam dini türbandan mı ibaret? Hiç ahlaktan bahsetmiyorlar? Mesela yalan söylemenin İslam’daki cezası nedir? Bir baksınlar bizce.
Bu ülkede herkes dinini özgürce yaşıyor. Ve bunu siz iktidara gelmeden önce de yaşıyordu. Kimsenin de kimseyle herhangi bir sorunu yoktu. Eğer bugün ortada bir sorun varsa da bunun sorumlusu olarak iktidar kendini görmelidir. İslam kurallarının son derece rahat yaşandığı bu ülkeyi ‘Müslüman çoğunluk da dini özgürlük konusunda sorun yaşıyor’ diye kimsenin hele ki Avrupa’ya şikayet etme hakkı yoktur. Bunun yapılması ise son derece ayıptır ve tarihte örneği yoktur. Bu anlamda Ali Babacan bir ilk.
Bir dönem Orhan Pamuk için bir sürü şey söylenmişti. Ancak bugün baktığımızda Babacan’ın yaptığının, Orhan Pamuk’un yaptığından hiç bir farkı yok. Hatta ve hatta bu daha kötü bir durum. Zira Orhan Pamuk’un sözleri sadece ve sadece kendini bağlayan sözlerdi. Ancak Ali Babacan’ın sözleri Dışişleri Bakanı olduğu için Türkiye Cumhuriyeti’ni bağlıyor.
Eğer Ali Babacan’ın sözleri eğer iktidarın kendisini Avrupa’ya hoş göstermek adına Türkiye’yi gerekirse rezil etme niyetinin bir göstergesi değilse, Ali Babacan ya istifa etmeli yada Bakanlıktan azledilmelidir. Hayır, eğer gerçekten de iktidarın politikası buysa zaten durum çok vahimdir. Allah sonumuzu hayretsin.
ARZU KÖK

KIZILIRMAK SUYU

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Büyükşehir Belediyesi Basın merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında, Kızılırmak’tan verilen suyunun son derece kaliteli ve sağlıklı bir su olduğunu söyledi. Ankaralı’nın 21 gündür Kesikköprü Barajı’ndan gelen Kızılırmak suyunu içtiğini bildiren Gökçek, "Kimse de bunun farkına varmadı. İshal vakaları da artmadı" dedi.
Bu durumu önceden duyurmama sebebi olarak da bazı sivil toplum örgütleri ve partilerin toplantılar düzenleyerek bu suyun kullanımını sabote edecekleri iddiasını ortaya koydu. Gökçek, "Bazı sivil toplum örgütlerinin bu durumu istismar ederek, ajitasyon yapmasını engellemek için bu gecikmiş açıklamayı yapıyorum. Ankaralılara hayırlı olsun. Böyle bir yola başvurduğum için halktan özür diliyorum" dedi. Tabii bu açıklamaların ardından da kendince haklı duruma geldi.
Bilim adamları, bu işin uzmanları proje başladığından beri bu suyun getireceği zararları sayıp döküyorlar. Gökçek ise 21 gündür kullanılan suyun herhangi bir ishal vakasına neden olmadığı savunmasını yaparak bu suyun yaratabileceği kanser vakalarının varlığını unutuyor.
Zira Kızılırmak suyunun sülfat ve sertlik oranı yüksektir. Yüksek sülfat oranı nedeniyle Ankara’ lıların sağlığı risk altına girmiş bulunmaktadır. Sülfat insanlarda , özellikle de çocuklarda dehidrasyon’ a (su kaybı) ve ishal’e neden olan bir madde olarak bilinegelir. Ayrıca, Neojen tüflerinden süzülen sular akciğer kanserine neden olan ince-iğnemsi mikrolitleri içine alarak toplanma havzasına taşırlar. Gözle görülmeyen bu ignemsi çubuklar suda hep asılı katı parçacıklar durumda kalırlar. Bunları içeren sular içme olarak alındığında bu sefer mide ve iç organlarda kanserleşmeye neden olabilirler. Yani kısacası bilim adamlarına göre sağlığımız tehlike altına girmiş bulunmaktadır.
Kızırmak suyu’nun yüksek sertlik oranı sadece sağlığımızı değil kesemizi, ağzımızın tadını da bozacaktır. Nasıl mı;
• Sert sular sabun, deterjan sarfiyatını arttıracaktır.
• Sıcak su tesisatı , buhar kazanları gibi tertibata ait boruların kısa zamanda kireç taşı bağlamasıyla kesitlerinin daralmasına neden olacaktır.
• Sert sular mutfak işleri bakımından da uygun değildir. Baklagiller gibi bazı yemekler sert sularda iyi pişmezler ve sert kalırlar. Karbonat sertliği çay ve kahvenin tadını bozar.
Melih Gökçek tüm bunlar daha önce konuşulmuş, tartışılmış, her türlü uyarı yapılmış olduğu halde kimseyi dinlememiş ve Ankara halkından habersiz suyu şebekeye vermiştir bile. Gökçek suyun şebekeye verildiğini açıkladığı basın toplantısında “Halkına sağlıksız su vermesi için bir belediye başkanının hain olması lazımdır" şeklinde bir söz sarfetmiştir. Şimdi soruyorum; Tüm bu uyarılara rağmen halkın sağlığını tehlikeye atacak bu uygulamaya devam etmek veya başlatmak ne anlama geliyor?
ARZU KÖK

1 Haziran 2008 Pazar

GÖRÜLMEYEN TEHLİKE

Şu sıralar kimsenin dikkatinde olmayan, ancak ileride en çok tartışılacak bir konu, tehlike var. Ancak Ankara bu ara çok meşgul. Şimdilik az sonra bahsedeceğim konuyu düşünemiyorlar bile ve oralar birer kale ve kimse dokunamaz gibi geliyor insanlara. Belki de bu nedenledir, kim bilir çok rahatlar şimdilik. Ancak bir an önce tartışılmaya başlanmaz ve önü alınmazsa yarın çok geç olacak. Zira birileri bunun hazırlığına başladı bile.
Bu konu önümüzdeki aylarda yapılacak olan rektörlük seçimleri konusudur. Çünkü 21 üniversitenin rektörü değişecek bu dönemde. Yani bir anlamda ülkemizde bulunan 85 devlet üniversitesinin dörtte biri kaderini tayin edecek. Neden mi kaderini tayin edecek? Çünkü rektör seçimi sadece üniversiteyi kimin yöneteceğinin yapıldığı bir seçim değildir. Türkiye’de rektörler yürürlükteki yasanın onlara çok geniş yetkiler vermesinin de getirdiği imkanla bu işlevlerinin dışında ve yaşam tarzımızı etkileyebilecek kadar önemli olabilir haldeler.
Yani yeni seçilecek 21 yeni rektör, YÖK yasasının emrettiği gibi;
"ATATÜRK inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren, Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı" kuşaklar yetiştirecek, böylece de ülkenin geleceğini Cumhuriyet’in temel değerlerine sahip gençlere emanet edecek, yahut da siyasi yapının beklentilerine yanıt verme çabası içerisinde olacak.
Görüldüğü gibi içerisine gireceğimiz dönem aslında çok hassas bir dönemdir. Bu dönemin hassaslığını ise Trabzon’da çıkan Kuzey Ekspres gazetesinin 6 Mayıs 2008 tarihinde yayımladığı bir söyleşiden aldığımız bazı satırlar sanırım olayı çok güzel özetleyecektir. Söyleşi bir gazeteci ile Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin (KTÜ) eski rektörü olan ve yeniden rektörlüğe adaylığını koyan Prof. Dr. Aydın Dumanoğlu arasında geçiyor:"- KTÜ’de tarikat ve cemaatçilerin etkin olduğu söyleniyor. Tarikat ve cemaatlere yakın isimler sizi destekliyormuş?- Kimi destekleyeceklerini bilmiyorum. Ama şu anda büyük çoğunluğu benim yanımda değil.- Tarikat ve cemaatçi öğretim üyesi sayısı tahminen ne kadar?- Kesin sayı veremem. Ama öyle tahmin ediyorum ki Fethullahçı diye tanımlanan veya o gruba yakın olduğu söylenen öğretim üyelerinin sayısı 80 civarında. Türkiye Gazetesi’ne yakın bir grup daha var. Işıkçılar diyorlar. Onlar da 15-20 civarında. Bir de diğer tarikat ve cemaatten olanlar var. Onlar da 40-50 civarında.- Bu ifadelerinize göre, KTÜ’ deki öğretim üyelerinin neredeyse dörtte biri cemaatçi-tarikatçı.- Öyle görünüyor.- Bu gruplar herhalde eskiden de vardı.- Eskiden bu kadar fazla değildi. O zaman böyle ayırım da yapılmıyordu."

Bu konuşma olayın ne kadar vahim bir halde olduğunun en somut göstergesi niteliğinde. Bu nedenle de bu durum şimdiden gündeme alınmalı ve bir şekilde ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz gençlerimizi yetiştirecek kurumlarının şu anını ve geleceğini tartışmaya başlamalıyız. Zira görünen odur ki yarın çok geç olacaktır.
Rektör seçimlerinde oy kullanacak öğretim üyelerine de bu anlamda büyük iş düşmektedir. Umarız ki onlar taşıdıkları bu büyük sorumluluğun farkında olurlar ve ona göre bir karar verirler.
ARZU KÖK